Wednesday, June 27, 2007

YAZ ICIN ONERILER VOLUME 2

Sıcaklarla mucadelede yapilmasi münasip olan öneriler

Advice 11: Bir şekilde dans etmenize engel olamıyorsanız; perdelerin kapali olup olmadigini mutlaka ama mutlaka kontrol edin. Aksi takdirde 13 senelik karsi komsunuz sicaktan kudurmus oldugunuzu dusunebilir ve annenize telefon acabilir!!!

Advice 12: Bu sicakta dans etmekte hala kararliysaniz; bunun altinda yatan sebepleri arastirsaniz iyi olur. Belki profesyonel bir destege ihtiyaciniz olabilir:))

Advice 13: Bol bol tansiyonunuzu olcturun. Cok eglenceli bisey ama annenizin sizden sikilip damarlarinizi patlatma riskini de goz onunde bulundurun.

Advice 14: Evde kaybettiginiz havlunuzu ararken bikinilerinizi gozunuzun onunden ayirmayin onlar da kaybolabiliyor.

Advice 15: Agir, dramatik, tripli konusmalardan uzak durmaya calisin. Fazla uzun cumle kurmayan, sicaga dayanakli, rahat, kullanışlı sezonluk arkadaslar bulun kendinize:D (P.S: havuzu da olsun tabi))

Advice 16: Gunde 3 lt. den fazla ayran icin

Advice 17: Magnum, cornetto gibi dondurmalari tercih etmeyin. Susuzluktan gebertebilior sonrasinda. Twister, calipso, buzzy, buz parmak gibi hem buzlu hem de ucuz olanlari tercih edin:) boylece gunde 4 tane yiyebilirsiniz.

Advice 18: Dondurmanin ustune ayran icmekten korkmayin. Ben denedim hicbir sey olmuyor.

Advice 19: Ayran içmenin saati yoktur bunu hic bir zaman unutmayin.

Advice 20: Lutfen evinizin, apartmanlarinizin onune fazla ortada olmamasına ozen gostererek su kaplari birakin. Dili disarda dolasan kopekleri de unutmayalim.

YAZ ICIN ONERILER VOLUME 1

Sıcak havalarda kesinlikle yapılmaması gerekenler (bizzat yapilip denenmistir bööö):

Advice 1 : Kesinlikle ve kesinlikle hic bir ogunde yumurta yemeyin

Advice 2: Kesinlikle ve kesinlikle kapali alanlarda ozellikle evin icinde dans etmeyin. (sonunda atak gecirebilirsiniz.)

Advice 3: Kapali alanlarda ozellikle evin icinde kumar oynamayin o stresle daha cok toksikleniyorsunuz. Toksiklendikce kaybediorsunuz kaybettikce toksikleniorsunuz.

Advice 4: Lutfen klimalariniza abanmayin lutfeennn. Elektrige bilgisayara muhtac kalacak insanlari dusunun:)

Advice 5: Sırf havuz var diye sikici arkadaslarinizin yazliklarina gitmeyin. Travma gecirebilirsiniz.

Advice 6: Toplu tasima araclarina binerken asla ve asla kalabaligin icine karismayin, herkesle aranizda mutlaka bir kol mesafesi birakin.

Advice 7: Buzluga kafanizi sokmaya calismayin. Kafaniza her an bi kilo kıyma dusebilir.

Advice 8: Votka icmeyin!

Advice 9: Votka icmek icin cozum yollari aramayin!

Advice 10: Votkayi ayranla icmeye kalkismayin!! (sevdiginiz 2 seyi birlikte icmek zorunda degilsiniz)

Sunday, April 1, 2007

ROCKY EFSANESİNİN SONU


Bir hevesle başladığım blog yazılarım bir çırpıda da son bulmuştu. Sıkılmıştım, yorulmuştum, düşünmem gereken başka şeyler vardı, zaten bütün gün işim yazı yazmaktı vs. Ama bugün canım yeniden yazmak istedi. 2 gün sonra burayı hiç açmayacağım onu da biliyorum. Neyse kısacık bişeyden bahsedip yatacağım çünkü günlerdir çok hastayım...

Hasta olmadan önceki son gecemde Hande'yle sinemaya gittim ertesi gün de zaten hasta oldum. Hande'nin beni 1o dk. soğukta bekletmesinin kesin payı var bunda ve başına kakmaya devam edeceğim. Sinemaya gittik uzun süre film seçemedik aslında hiç bir film gitmek isteyeceğimiz kadar güzel değildi. Maksat sadece "gnctrkcll" muhabbetinden faydalanmak:)) Ben de yararlanmak zorundaydım bundan haftasonu sinemaya giden arkadaşım kalmamıştı.

Sonuç olarak 2 kız Rocky Balboa'ya girdik. Salonda bizden başka kimse yoktu. Lezbo couple gibi kaldık yine Hande'yle:) Neyse sonra salona bir çift daha geldi. Muhtemelen kız sevgilisinin baskısıyla gelmişti ya da gnctrkcll gazı da olabilir:))

Rocky Balboa'yı izlemek zorundaydım. Tüm Rocky serilerini 4-5 kere izleyen biri olarak finali bunla yapmak gerekirdi. Adrian'ın ölümüyle bir şampiyonun looser hayatından sahnelerle başladı film. Rocky serilerinin hiçbirinde bu kadar çok repliği olmamıştır herhalde Slyvester'ın. Motherfucker nigga jargonuyla sokaklarda geçen hayata dair diyaloglar çok da etkileyici değildi. Antreman sahneleri klişe ama güzeldi. Rocky'nin klasik müziği eşliğinde karda koşma, etlere vurma, yumurta içme yine hepsi yaşandı:) Sonra antrenoru ve kayınbiraderi Poli bi hayli yaşlanmıştı ama orda olduklarını bilmek seyirciye iyi geliyor:) Sonra ring sahneleri herşeye rağmen heyecanlıydı. İlk 3 raundda bir Rocky klasiği yaşandı. Yumrukları yiyip yiyip sonra küllerinden doğması. Coşan tribünler, antrenorlerin surat ifadeleri. Mandalay Bay'in reklamı da sağlam yapılmıştı bu arada. Sonra yine müzik ve ardarda gelen raundlar....

Filmden çıktıktan sonra garip bir mutluluk vardı içimde. Bir devrin kapanışı... Ya da ben Rocky'e karşı fazla bir duygusal anlam yüklemişim:)

Küresel Isınma Bizim Buralara Uğrar Mıydı?

Bundan 5 sene öncesiydi. O zamanlar daha bizim buralara küresel ısınma gelmemişti. Üniversitenin ikinci senesinde bir Fransızca dersinde Kyoto Protokolü’nün esamesi okundu ilk kez. Kyoto bizim için sadece Japonya’da bir kentti o zamana kadar. Motorsiklet markası olduğunu sananlar da vardı hiç kuşkusuz. Fransızca hocamız, Le Monde ve Liberation’dan alınma bir kaç makale getirip dağıtmıştı. Bir ders saatinde “küresel ısınma ne demektir?”, “sera gazı etkisi nasıl olur?”, “Kyoto Protokolü neden önemlidir?” gibi konuları tartışmıştık. Bir kaç ders sonra başka bir hocamız methodologie dersine elinde bir dosyayla geldi. Dersin bir aylık konusu “dünyadaki su sorunu” olarak belirlenmişti. Dosyadaki on beş tane makalede susuzlukla karşı karşıya kalmamızdan bahsediyordu. Gelecekte petrol savaşlarının yerini su savaşları alacaktı, nehirler kuruyacak, her yer çöl olacaktı ve insanoğlu içecek su bulamayacaktı…

Bir an için Spielberg’in bilimkurgu filmi senaryosuydu sanki elimizdekiler. O kadar uzaktı ki tüm bu konuşulanlar; Adams Ailesi gibi sadece kara bulutların kendi kafamızın üstünde olduğuna inandırmıştık kendimizi. O zamanlar “İstanbul’da deprem bekleniyor mu?” sorusunun periyodik tartışmaları yapılıyordu. Sonradan TV yıldızı olan deprem bilimciler vardı ekranlarda. Senelik konuşmaları yapıp bir dahaki seneye kadar susuyorlardı. Bundan 5 sene sonra geçenlerde Orhan Gencebay’ı gördüm, jüri üyesi olduğu yarışmada Kyoto Protokolü’nden bahsediyordu. Evet bizim buralara da küresel ısınma nihayet uğramıştı. Küresel ısınmanın gelişi, Harvey Nichols’un gelişiyle aynı zamana tekabul etse de küresel ısınma birazcık daha fazla etki yarattı sanırım. Bu konu, kadın günlerinden, öğrenci kantinlerine, kahvehanelere kadar taşınabildi. Bir çok gazeteci ve yazar en az bir kez bahsetti sera gazlarından ve onların etkilerinden kurtulmanın yollarından. Karınca kararınca uygulamaya başladı bile Türk insanı bu söylenenleri. Sonra internette dramatik sunumlar dolanmaya başladı ve küçük bir buzulun üstünde neredeyse tek ayağı üstünde duran sevimli kutup ayısı meşhur oldu. Sonra yeşil kravat taktık küresel ısınmayı önledik.

“Aydınlık Bir Türkiye İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerinin çocuk figuranları olan bizler, bir 5 sene bekledik işte, böyle bir konunun gündeme gelmesini. Herkes neyin ne olduğunu yarım yamalak da olsa öğrendi belki ama biz ne yazık ki hala figüranız bu seferberlik senaryosunda. Baş rolü oynayanlar ne zaman sıkılacaklar henüz bilinmiyor. Aslında gerçekten rollerini oynayıp oynamadıklarından da pek emin değiliz. Kostümler hazır, dekorlar var, fotoğraflar çarpıcı, yapılacaklar listesi her geçen gün biraz daha uzuyor. Ama sanki bir şeyler eksik…

Monday, February 5, 2007

Dünyanın Sonu


Küresel ısınma gerçeğine karşı harekete geçmezsek, dünya yok olacak.


Isınma devam ederse, bu büyük bir felakete yol açabilir. Küresel ısınma sebebiyle ölen insan sayısı sadece 25 yılda iki katına çıkacak; ki bu da yılda 300 bin kişi ediyor. Dünyada deniz seviyesi 6 metreden fazla yükselebilir, bu da Grönland’daki ve Antarktika’daki üst buz tabakasının kaybına yol açar, dünyanın birçok yerinde kıyı bölgeleri zarar görür. Sıcak hava dalgaları daha sık ve daha yoğun olacak. Kuraklıklar ve yangınlar çok daha sık görülecek. 2050 yılına kadar Kuzey Kutup Denizi'nde yazları buzul kalmayabilir. Bir milyondan fazla tür 2050’ye kadar yok olma tehlikesinde.

Eğer küresel ısınma için önlem almıyorsanız, şu andan itibaren çocuk doğrumayın. Çünkü yarın doğacak çocuklar, ömrü belki de bir insan ömründen daha kısa bir dünyaya doğacak.

Ama yapabileceğiniz bir şeyler var:

Daha az araba kullanın: Daha sık yürüyün, bisiklet kullanın ve toplu taşıma araçlarından daha çok faydalanın. Araba kullanmadığınız her 2 km için 0,75 kg karbondioksit tasarruf edeceksiniz.


Lastiklerinizi kontrol edin: Düzgün şişirilmiş lastiklerle litre başına aldığınız yol %3 oranında artacaktır. Her 4 litre benzin tasarrufu, 10 kg karbondioksiti atmosferimizden uzak tutar.


Araba kullanarak kat ettiğiniz kilometreyi yürüyerek, bisiklete binerek veya toplu taşıma araçlarını kullanarak azaltın. Arabayla yapılacak 15 kilometrelik bir yoldan kaçınmak yılda 250 kg karbondioksit tasarrufu sağlayacaktır.


Arabanızı iş arkadaşlarınız ve sınıf arkadaşlarınız ile ortak kullanın. Arabanızı haftada sadece 2 kere biriyle paylaşmak yıllık karbondioksit emisyonunuzu 800 kg azaltacaktır.


Sera gazı emisyonu düşük yakıtları tercih edin. Benzinli ve özellikle aşırı kirlilik yaratan dizel otomobiller yerine hibrid teknolojili ya da LPG’li araçlar kullanın.


Arabanızın motor ayarlarına dikkat edin. Düzenli bakım, yakıt verimliliğini ve gaz emisyonunu geliştirmeye yardımcı olur. Araba sahiplerinin sadece %1’i arabalarını düzenli olarak kontrol ettirse, 500 milyon kg karbondioksit atmosferimizden uzak durur.


Eğer yeni bir araba almanızın zamanıysa yakıtı daha verimli kullanan bir araç seçin. Yeni aracınız eski aracınıza göre 4 litre benzin ile sadece 5 km daha fazla yol giderse, yılda 1500 kg karbondioksit tasarrufu yapmış olursunuz.

Ve tabii, yaşamınız boyunca en az bir ağaç dikin. Bir ağaç, ömrü boyunca 1 ton karbondioksit emer.

Sunday, January 28, 2007

En Sevdiğim (Ecnebi) Kötüler Volume 2

"Sıkıldık iyilikten yaşasın kötülük" diyenlere bu kötülük araştırmasının 2. bölümünü yayınlıyorum. Bizim masum Türk aktörlere göre yabancılar kötülüğün hakkını tam vererek oynuyorlar.


İşte unutulmaz filmlerden unutulmaz kötülük performansları




1.Terminator 2: Robert Patrick desem belki hemen bişi ifade etmez ama T100 denince Terminator serisinin sıkı takipçileri 2. seride, dünyaya Arnold'u öldürmeye gelen androidi hatırlarlar hemen. Bütün film boyunca polis üniformasıyla dolaşan bu androidin hazin sonu bir civa fabrikasında bitmekteydi yanlış hatırlamıyorsam. Magma kılıklı bir sıvının içinde T1OO yitip gidiyordu ergimeye uğrayaraktan. Öldüğüne üzülmüştüm, o kadar benimsemişimki androidliğini bile unutmuştum.







2. Gladiator: Joaquin Phoenix. Kötü prenssss. Bir el hareketi vardır bitirin işini gibilerinden acımasız, psikopat, ruh hastası... Her an yeğenini öldürücekmiş gibi davranıp yüreğimizi hop hop ettiren sahneler çok etkileyici bence. Maalesef bu aktörün ismini hiç bi zaman doğru düzgün telaffuz edemedim, benim icin hep gladyotordeki kötü prenstir:D





















3. Red Dragon: Ralph Fiennes. İngiliz Hasta'nın naif aktörü Ralph, Hannibal serisinde bir caniye dönüşürse... Adamda cani tipi yok. Bu yüzden kızamıyosun, korkamiosun e bi de kör kadın (Emily Watson) da aşık olunca buna. Gariban bu yaa diyip seviosun adamı işte dragon mragon napican o da bi kalp taşio bi yerde:D



4.Blood Sport: Kan Sporu!!! Jean Claude Van Damme'ın en sevdiğim filmidir. Burdaki kötü adamı Bolo Yeung:) hepimiz biliriz ki bu adam karate filmlerinin en kötüsüdür hep. Bu adamın jenerik ismi genelde ChongLee'dir. İlla sonuna bi Lee eklenir. Bazen bu adam B tipi Amerikan filmlerinde de çıkar karşımıza. Her karşılaşmada da illaki bi şike yapar. Kan Sporu'nda Van Damme'ın gözüne toz atarak; adamcağızı kör dövüştürmüş, komitenin sırtını dönmesine sebep olmuştur:) Komite arkasını döndü diye bi de anons edilir:)))





5. Rocky 4: Ivan Drago'yu kim unutabilir kii. Gerçek ismi Dolph Lundgren olan aktör burda olduğu gibi Rus Boksçu bazen de bir S.S. Subayı olarak çıkar karşımıza (iyiyi oynadığı rollerde de bi yakuza savaşçısı olarak görmüşlüğüm vardır kendisini). Aslen İsveç'lidir bu vücut geliştirmeci arkadaşımız:) Aslında bence İskandinav mitolojisinden fırlayıp günümüze gelmişte olabilir:)) Rocky serisinin en sevdiğim filminde de hırslı karısı Bridget Nielsen'le birlikte kötülüğün o soğuk duruşunu bize yeterince anlatmıştır. Bu adamın film boyunca zaten 2-3 repliği vardır. Tüm film boyunca kendini ya koşu bandında ya da orasına burasına takılmış aletlerle efor testlerinde görmekteyiz. Öldürdüğü Apollo'nun arkasından da "ölürse ölür" demesi güzel bir kötülük repliğidir. Tüm film boyunca sıfır mimik kullanmış ve sadece 2 kere konuşmuştur ama hakkıyla da dövüşmüştür:)





İlk aklıma gelenler bunlar, kötülük araştırması dizi film kategorisinde devam edecektir...

Saturday, January 27, 2007

En Sevdiğim Kötüler

Nedendir bilinmez (ki aslında bilinse de kimseyi ilgilendirmez) ben her filmde, her dizide hep kötüleri tutarım, hep onlar kazansın isterim. İyi kahramanlar bi saatten sonra sıkmaya başlar çünkü onlarda hep göz yaşı, dram falan olur. Bizim Türk sinemasındaki kötüler de aslında tam kötü olamaz bir türlü yine tiplerinden midir nedir artık insani bi tarafları vardır ya da ben sempati duyduğum içindir.


Bakalım Türk sinemasındaki bu kötüleri hatırlayabilecek misiniz?

1. Önder Somer: Genelde aşk filmlerinde hep istenmeyen adam olmuş, kanımca bu istenmemezliğin verdiği acıyla kötülük yapmaya başlamıştır. Ama bu zavallının maximum çevirdiği entrika da sevdiği kadının içkisine bi ilaç atıp 2 poz resmini çekip; kızın sevgilisine göndermekten ibarettir. Gerçekten üzüldüğüm bir karakterdir hiç bir filmde mürüvetini göremediğime yanarım








2. Turgut Özatay: Tarık Akan, Cüneyt Arkın'ın 70 sonrası, bıyıklı polisiye filmlerinde uyuşturucu çetesinin başı olmuştur bu adam hep. Sonra Kemal Sunal filmlerinde de yine karanlık işler çeviren bir adamdır. Ama genelde bu adam kaliteli kötülerdendir. İllaki bir üst-düzey mafyalık durumu vardır.












3. Erol Taş: Her daim kötü, her daim taş kalpli. İster köy filmi olsun, ister mafya filmi, isterse de aşk. Bi de partneri Aliye Rona ile az dolap çevirmemişlerdir. Köyleri yakmak bunda, kızını zorla evlendirmek bunda, polisin arabasını bombalatmak bunda... Özellikle aşk filmlerinde fakir kız sonradan şarkıcı olup zenginleşince her seferinde de az köpek olmamıştır ya neyse:))







4. Hüseyin Peyda: Karizma bir kötülüktür kendisi. Yine bir mafya babası yine bir uyuşturucu kaçakçısı. Araara colormatik gözlükler takar ve çok cooldur. Jack Nicholson'un çakmasıdır azcık sanki ya neyse. Onu iyi bir rolde görmüşlüğüm yoktur. Ahu Tuğba'nın Telekızlar mıydı Kayıp Kızlar mıydı neydi öyle bi filminde. Kendisi hacıydı ama yurtdışına kaçarken Agop Driktanyan ismini kullaniodu. Yanında da Müjde Ar'ın kardeşi eroini afedersiniz bi tarafına sokmuş yakalanıyodu. Şimdi o aklıma geldi yazarken. (Gereksiz memory kayıtları:)




5. İhsan Yüce: Mahallenin kötüsü olmaktan öteye geçememiştir hiçbir zaman. Kızını fakir oğlana vermeyen bir babadır hep, bazen de köyün ağasının pis kahyası, Kemal Sunal filmlerinin kötüsü de diyebiliriz. Çoğunlukla fakir rollerdedir. Dişleri hep gediktir, kızmaktan ziyade acırız bu adama. Yazarken bile içim acıdı şimdi:(







6. Kenan Pars: Zengin bir babadır. Suratsız nalet bir adamdır, bi kere gülerken görülmemiştir. Fabrikatördür kendisi. Fabrika hep aynı fabrika arkada bir tabela Mutlu Aküleri:) Her seferinde de mutlaka fabrikaya haciz gelir. Evlilik bozucu kötülerdendir genelde. Bunun da ara ara colormatik gözlük taktığı görülmüştür:) (konuyla alakası yok ama bi de Cem Karaca rahmetli:))





7. Danyal Topatan: Figüran kötüdür. Ya mahallenin kötüsü, delisi ya da mafya babasının adamlarından biridir. Fotoğraflarına bakarken ortaokuldan terk olduğunu öğrendim ve hayatı film setlerinde geçmiştir.







Aslında sevdiğim çok kötü var ama fotoğraflarını bulamadım ve bu konu hakkında saatlerce konuşabilirim:) Nuri Alço ve Coşkun' a özellikle yer vermedim onlar yeterince anlıyorlar zaten. Unutulmuş kötüleri anmış oldum böylece...



Wednesday, January 24, 2007

MSN iletileri üzerine psikolojik bir araştırma


Nickin yanında italikle yazılı olan yerin Türkçesi "kişisel ileti" imiş. Ben de yeni öğrendim. Yalnız bu iletiler fazla kişisel oluyor:) Listemizdeki birinin ne yaptigini öğrenmek çok da gerekli mi yani diye düşünmeden edemiyorum bazen. Gereksiz işleri kendine görev edinmiş biri olarak biraz da bu konuya kafa yormak istedim. Fakat tüm bunları yorumsuz yazmak zorundayım çünkü af buyrun bu gözlemi kendi listemden yola çıkarak yaptım. En sona geldiğinizde nasıl kozmopolit bir listeye sahip olduğumu göreceksiniz ve kendinizden birşeyler bulacaksınız :)

Ne tarz bir MSN kullanıcısısınız?

1) Aşkımcılar: "Aşkım geldiiii", "Aşkım hasta olmuş", "Aşkım 2 gün yok:("
2) Locationcular: @work, @office, @school, @starbucks, kuaförde
3) Pozcular: "sapphire'de pek güzeldi", "bu gece nereye aksak acaba", "haydi gençlik dağa"
4) Gündemciler: "hepimiz Hrant Dinkiz", "Türk askeri Lübnan'da", "şerefsizler....."
5) İntizarcılar: "gidene kal demem asla", "seni Allah'a havale ettim", "sen beni değil kalbimi kaybettin", binlerce dansöz var"
6) Güftekarlar: bilumum bütün acılı şarkı sözleri
7) Öğrenciler: "dersss", "ben bu sosyolojinin taaa a.q.", "ödev yapıyorum", "bitmior bi türlü", "pazarla(ma)", "final haftası"
8) Countdowncular: Askere gidenler ya da bir yakını askerde olanlar: "şafak 153", yurtdışından sevgilisini bekleyenler, tatile gelen gurbetteki öğrenciler "son 2 gün", "çok az kaldııı"
9) Dialogcular: Arkadaşına ileti ile haber gönderenler: "kuşum gelince çaldır", ileti aracılığıyla kendi aralarında eğlenenler, atışanlar, şakalaşanlar, yardım isteyenler
10) Raporcular: Geçirdikleri günü bir cümleyle anlatanlar "çook yoruldum", "alışveriş çılgınlığı", "yağmurda rezil oldum"

Şimdilik ilk aklıma gelenler bunlar, daha bi sürü şey var da uykum geldi sonra devam edicem. Bu konuda ekleyecekleriniz varsa mutlaka bekliyorum:))


Tuesday, January 16, 2007

1001 KASIŞ


Yarın bir sınavım ve bir kampanya teslimim olmasına ve 20sayfalık eksiğime rağmen koştura koştura yazmaya geldim. 2. kez izlediğim bu Kudret Sabancı Klasiği yine Türk aile yapısına, örf adet ve ananesine pek bi uygun olmuş. Kudret Sabancı sayesinde meşhur olan Kıraç ve Hayrola Çay Bahçesi de ratinglere bonus herhalde...Şimdi bikaç gözlem paylaşıcam sizlerle işalah msnde kişisel ileti yapan arkadaşlar bana darılıp gücenmezler.

Dizinin 20 dakikası bakışmaktan ibaret (bu herkesin dikkatini çeken bi durum)

150bin dolarlık "siyah gece" ne geceymiş be dedirtiyor haketten Türk Dil Kurumu'na giricek cinsten.Siyah Gece: Çocuğu kanser olan bir kadınla 150 bin dolar vererek sevişen bir adamın ironik hüzünlü sıfat tamlaması

Mihriban Abla mütemadiyen ağlıyor ağlamıyorsa sarılıyor. Bi de kadının balasının resmini çerçeveye koyup kadını komaya soktular sabah sabah boğaz kenarında

Ceyda Düvenci şiir okur gibi konuşuyor

Halit Ergenç 10 dk BMW'yle performans sürüşü yapıyor. Profil ve dikiz aynası görüntüleriyle zannedersin Atatürk Anafartalar'a gidiyor.

Tardu Flordun dişlerini sıkıyor kaşlarını satıyor sapık katil gibi oluyor aşktan bahserken bile

Mihriban Abla hala ağlıyor.

Şehrazat'ın saç ayrımı Midye-Enez çizgisi olmuş artık

Geçen bölümde çocuğa dedesi çiçek dürbün aldi(kaleobilmemne) ona özendim ondan istiyorum aklıma gelmişken söyliyeyim

Bennu'ye gelen fincan herşey 1 milyoncudan alınmış. (Bizim burdaki mağazanın adı YUHATU)

Halit Ergenç'in hizmetçisi iyilikten ölücek, bi de kadın yalnız gırtlak derdinde adam orda pişmanlıktan yitip gitmiş.

Lüks hayatlar birinin teknede viskili gitar keyfi diğeri ne zaman ata binse Şehrazat'ın söyledikleri aklına geliyor. Atlara fısıldayan adam şeklinde dolanıyor

Mihriban Abla Azerbaycan Televizyası seyrediyor bir yandan da kesin ağlıyor ama orasını göstermiyorlar.

Benim görüşüm budur duygu sömürüsü bir dizi. Şimdilik bu kadar projeme dönmek zorundayım. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere...

Sunday, January 14, 2007

Halasının Kuzusu

"oyuncak"

"ibocuk"




"avuç içi bebeği"


26/10/2006'da dünyaya minnacık, ufacık tefecik, güpgüzel bi bebek geldi ve biz halaları onu dünyanın en şımarık yeğeni yapacağız:)
Mine ve Nalan Halan

Saturday, January 13, 2007

Le Grand Bleu

"Empire State"

"Jersey City"



"Hudson River"





Aniden yakalanmış fotoğraf kareleri... Kameranın hayatı photoshopladığı bir an benim de parmağım denklaşore basıvermiş.

TOKSIKLENMEK VE HAYATIN ANLAMI

Simdiye kadar tanidiginiz insanlari unutmayin. Her insan birbirinden farklidir ama yine de cogu bir ornek yaratilmistir ve genelde defo yerleri aynidir. Yuzleri, sesleri unutabilirsiniz ama olanlari hic unutmayin. Kurulan cumle yapilarini, oznenin yuklemin yerlerini iyice belleginize kaziyin ki bir daha ki sefere anlatim bozukluklarina takilmayin.

Gidenlere kayip gozuyle bakmaktan vazgecin. Onlar sadece siz izin verdiginiz surece hayatinizdalar. Gitmelerine dur demeyeceginizi bildikleri icin sizi secmisler. Yatiya gelenlere temiz carsaf verin kendilerini evlerinde hissetsinler. ama bilinen bir gercek vardir ki misafirler de baliklara benzerler ve 3 gun sonra kokmaya baslarlar…

Bilginizi ve bilgeliginizi herkesle paylasmayin. Birinin hayatina cok sey katanlar degil, hayatindan alip goturenler hatirlanir hep ve herkesin bildigi bir sey vardir ki reklamin iyisi kotusu olmaz.. kimse heykelinizi dikmez cok iyi biri olarak kalirsiniz hep ve ‘iyi’ olmak bazen sıkıcı bir seydir.

Anlatacak cok seyiniz olsun ama anlatmaya zamaniniz olmasin. Yasadiklariniz, uzuntuleriniz, dertleriniz hayata karissin. Boylece bunlari tekrar yasayip ekstra vakit kaybetmeyin. Hastaliginizi ayakta atlatin. Ilk oksurukte antibiyotige sarilmayin.
Arada bir guzel bir yazi okuyun, kaliteli bir muzik dinleyin, pahali bir sarap icin. Adamlar sizin icin yapior bunlari guzel olan herseyden etkilenmeyi bilin. Ama kirolara da tepkili davranmayin cunku dunyanin en eglenceli insanlari kirolar ve gaylerdir.

Sacmalamaktan korkmayin, sacmaladiginizin farkinda olun yeter. Bos konusabilir, igrenc espriler yapabilirsiniz. Ama bunu aliskanlik haline getirmeyin lutfen. Ipler nasil olsa sizin elinizde istediginiz zaman cildirabilir, istediginiz zaman toplayabilirsiniz kendinizi. Uzaktan bakanlar ruh hastasi oldugunuzu dusunse bile sizi seven arkadaslariniz var. Ruh hastasiyken bile hala esprili ve komikseniz cok da sorun olmaz. Yeterki mizahi yonunuzu kaybetmeyin.

Bazen siradan birisiymissiniz gibi davranin. Hadiii bunu yapabilirsiniz bu kadar mukemmel olmak kime ne getirmis ki.. sadece serzenisten baska neye yarior ki? Herseyim var, akilliyim, guzelim, zekiyim, kasliyim, isim var etc. ama neden bir sevgilim yok??? Allahim kismetsiz miyim?? Bu dunyada illa ki kismetsiz birileri var ama o siz degilsiniz. Lubnanli cocuklar mesela…

Konumuzla bir ilgisi yok ama gunde 2 kere dus alin. Kokmus insanlarla ayni toplu tasima aracinda seyahat etmek hic hos olmuyor. Deodorant sikmayi sakin unutmayin. Insan terlemese bile strese girip toksiklenmeye baslior. Strese girdikce toksikleniyor, toksiklendikce strese giriyor. Caktirmadan kendini koklamaya basliyor. Bunu bir fark eden olmus mudur acaba diye panikleyip korku hormonu salgiliyor ve tabiki bu salgilanmaya esdegerde toksikleniyor. Yani igrenc bisi. Ama konuyu uzatmaktan kendimi alamiyorum. Cunku nedense igrenc seylerden konusurken hem igreniriz hem de konusmaya devam ederiz. Tum bunlari yaparken de toksiklenir miyiz bilmiyorum.

Hayatin boktan oldugunu dusunuyorsaniz, oyle oldugunu dusunmeye devam edin. Illaki guzel bisiler oluyor ve boktan oldugunu unutuyorsunuz bazen. Sonra guzel seyler siradan; siradan seyler boktan oluyor bir sure sonra. Bu donguyu kirmak kimin elinde bilmiyorum. Bunca saat neden ahkam kestigimi de bilmiyorum. Kendi hayatimda bunlarin kacini uyguluyorum onu da bilmiyorum. Benim sadece edebi yonum kuvvetlidir. Havali cumleler kurmayi severim. Cogu insan da anlamaz ne demek istedigimi. Bundan gizli bir haz duydugumu da saklayamam.

Hayata dair yazacak cok sey var aslinda. Bununla ilgili yazan cok iyi yazarlar var gidip onlari okuyun. Kaptirmayin kendinizi bu blog cilginligina. Bu yazidan da cok etkilenmeyin. Herkes kendi hayatinin anlamini kendi bulur. Herkesin yasadigi hayat dogrudur. Insanlari oldugu gibi kabullenelim sevelim sevilelim bu dunya kimseye kalmaz falan filan iste…

P.S: Terlemek yerine toksiklenmek kelimesini kullanmak daha bilimsel dursa da neticede toksik ve ter ayni seydir ve ikisi de igrenctir.

Mine

Friday, January 12, 2007

Solitude

"biraz uyku"


"bir amerikan rüyası"





"eşik bekçisi"







çoğu zaman gördüğümüz ama görmemizlikten geldiğimiz, bazen görüp kafamızı çevirdiğimiz, yine de görmemiş olmayı umduğumuz, bazen göz yumduğuz, bazen de göz süzdüğümüz, 5 dakika sonra da unuttuğumuz hayatın içinde kaybolmuş insanlar...




gerekli saçma bilgiler volume 1


Yıllardır doğum günü partilerinde ve yılbaşlarında üflediğimiz, üfledikçe uzanan sonra nefesimiz kesilince yeniden kıvrılan, bazen diğer insanların yüzüne yüzüne çarptırarak eşek şakaları yaptığımız renkli zımbırtıların adı "kaynana dili"dir.

Önsöz

Deniz otobüsünde karşılaştıkça konuştuğunuz, 13 senedir tanıdığınız ama liseden beri önce görüşmeleri azaltıp sonra hayata kapılıp kopup gittiğiniz arkadaşınız size bu blog olayından bahsettiyse; ilk kez ondan duymuş gibi heyecanlandıysanız ve söyleyecek çok şeyiniz varsa böyle bir blog açmakta fayda var galiba diye düşündüm:)

Bu önsözde o zaman sevgili arkadaşım Levent'ten bahsedip ona teşekkür etmem gerek sanırım:) 12 yaşında seni playboylukla suçlayıp daha sonra bunun çok yanlış bi karar olduğunu anladığımdan, okul koridorlarında tekmeleşmece oynayıp, Laylaylom'daki saçma konserlerde hakpu dansı yaptığımızdan beri seni seviyorum. Bak şimdi o konserlerden aklımda kalan Sıtkı Can'ın önüne verilen her parçayı çalabilmesi ama asla doğaçlama yapamaması, buna istinaden Onur Pazaroğlu'nun her türlü müzik aletini çalabilmesi gibi şeyler hatırlıyorum. Ayrıca hala onla da denizotobüsünde hala karşılaşıyorum kimbilir belki onun da bir blogu vardır:) Sana ayrılan özlem ve ay niye biz görüşemiyoruz ki mavalları yeterli sanırım:)

Günde 1500 tane saçma şey geliyor başımıza ve bunları galiba birileriyle paylaşmamız gerek en azından ben bunu yapmak istiyorum ya da sadece yazıp yazıp deşarj olup oh be dedikten sonra uyumak...